Thursday 29 December 2011

bölümce 2011'e, biraz erkenden, veda ettik.



Tuncay Abi bir ekol. 
Asistan alacak olsa, ben dahil, nice sosyolog derhal başvurur. 

Friday 9 December 2011

aşure time!

Nasıl özlemişim, bizimkiler koca tencerede kaynatıp da şunları kaplarına koysana? talebinde bulununcaya kadar zamanının geldiğinin farkında bile değildim. Çok da leziz olmuş.

Wednesday 7 December 2011

pet projects

Bu hafta için derslerden izin almıştım, evde yapılacak ve yardım etmem gerekecek tonla şey vardı çünkü... Ama elbette hayat hiç bir zaman planlandığı gibi gitmemek konusunda oldukça istikrarlı olduğundan, hepsi yalan oldu. Gerçi, izin aldığım ve evde kaldığım bir yandan iyi de oldu: Zerrin Sultan tam toparladı galiba, iyileşti artık... derken hooop, yine yeniden ağır yatak döşek modunda hasta çünkü. 

Evde zaman geçirmenin güzel yanlarından biri de, uzun süre fırsatım olsun, kesin yapcam! diye düşündüğünüz, ama heyhat! bir türlü fırsat bulup da yapamadığınız tüm saçma sapan fikirlerinizi hayata geçirme fırsatınız oluyor... Sanki reklam arası veya maç molası gibi bir şey adeta. Ben de bu durumdan faydalandım ve bir yıldan uzun süredir ertelediğim bir ufak projeme el attım. Henüz bitmedi, ama yani, baya baya yaptım gibi... Resimler eklenecek, bir de defteri önüme alıp son rötuşlar eklenecek ve iată-l

Heycan verici Aralık için son detay da tamam!

Bu ay, yıl boyu belki de en hareketli geçen ay oluyor her sene. Başlaması ve bitmesi arasında sanki zaman uçarak geçiyor ve nasıl oluyorsa o süratli zamana hep en çok şey sığıyor gibi geliyor bana. 

Çevremdeki hatrı sayılır miktardaki Aralık doğumlu Yay'lar, okul döneminin bitişinden önceki son düzlük, bu seneye özel olarak Yonca ve Ekin'in nişanı, Hakan'ın bir süreliğine Afrika çöllerine gitmek üzere bizlere veda edişi, keza Deniz ve Hande'nin ABD macerasının başlaması hep bu ay. Bu ay için gerekli tüm hazırlıklarımız, elbette yine Ebru'nun yardımı ile, tamam...Bir de kar yağarsa şu yakınlarda - tadından yenmez! 

Monday 5 December 2011

derin nefes almak...ve bir düş paylaşmak.

Yalnız başına sinemaya gitmeyi tecrübe etmemiş birine, bunun cidden ne kadar iyileştirici etkileri olabildiğini anlatmaya çalışmak saçma, bunu tecrübe etmiş birine anlatmak ise yersiz – dolayısı ile girişeceğim bir işlem değil.

Kötü uyanmıştım ben bu sabah. Sık olmaz pek, ama oldu mu da tam oluyor gerçekten… Gün boyu pimi çekilmiş, patlamaya hazır bir el bombası misali gezindim etrafta. Üzüntülü veya sıkıntılı değildim, en salt ve saf hali ile sinirliydim. Sonunda herkes için daha iyi olacağını düşünerek bir süreliğine yok olmaya karar verdim ve eve en yakın sinemanın yolunu tuttum. Arcadium’daki Cinebonus’u hep sevmişimdir, özellikle biraz erken gelip film başlayıncaya kadar üst katındaki kütüphanenin oraya kurulup zaman öldürmeyi… Gösterimdeki filmler arasında “izlemeye değer” diye düşündüğüm tek filmin bu aralar sinemada izlemek üzere gitmek istediğim 3 filmden biri olması ise tamamen benim şansımdı.

Bu arada, itiraf ediyorum: Sevemedim 3D teknolojisini sinemada… Ve denemediğimden de değil üstelik. Ama yine de, her birkaç ayda bir kendimi bu kez kesin beğeneceksin! diyerek kandırıyor ve üç boyutlu bir filmde buluyorum. Bu seferki şanslı talihli Scorsese’nin Hugo’su oldu.


Francis F Coppola, Martin Scorsese için I think, he is different. If Exxon went to Martin and said, "Martin, we feel you're one of the best artists in the world today and we're going to finance any movie you want to make because we believe that at the end of your life those will be very valuable movies," he would be making very different movies from what he's making now. I think he probably has scripts that he's trying to get someone to enable him to make and then another one comes on and they say, "Look, we have Jack Nicholson and so on and so on. Would you do it?" And of course he says, "Okay." Not that he doesn't like it or they're not good movies, but I think that his heart is maybe in more personal filmmaking. demiş... Biliyormuş da konuşuyormuş demek ki. 

Bu filmi küçük bir çocuk hakkında sanıp, ona göre değerlendirenlere sesleniyorum: Çok şaşarsınız. Konu fragmanlarda gördüğünüz o çocuk değil, o çocuk izleyiciye – seyirciye asıl konunun üzerindeki gizem perdesini kaldırırken deyim yerindeyse yol gösteren, ön ayak olan karakter. Asıl konu Le Voyage Dans La Lune yönetmeni Melies’in hikayesi… Ben Kingsley ne kadar enfes bir aktör oluğunu bir kez daha gösterirken, (Ali G, Borat veya Brüno olarak da tanınıyor olan) Sacha Baron Cohen’i de bu filmde şahsen çok beğendim.  





Ayrıca film bu dönem aldığım ve tekrar tekrar beğenimi ortaya koyduğum Görsel Kültür ve İdeoloji dersine de cuk oturdu. 

Gerçi… İşin aslı, belki de biraz taraflıyım. Belki de filmi bu kadar çok beğenmenin sebebi, tüm bu saydıklarıma ek olarak ve / veya tüm bu saydıklarımdan bağımsız olarak: doğru zamanda bana duymaya en çok ihtiyacım olan mesajı vermesi olmuştur… Düşlerimizi paylaşmamız ve:  

I'd imagine the whole world was one big machine. 
Machines never come with any extra parts, you know. 
They always come with the exact amount they need. 
So I figured, if the entire world was one big machine, I couldn't be an extra part. 
I had to be here for some reason. 

Sunday 4 December 2011

Meryabell


...ben sadece mor kelebek istiyorum... 
diyerek parti temasını kendi belirlemiş olmuş ufaklık. 


Parti oldukça çılgındı... 
özellikle taze ebeveynlerin katılımı ile ortalık iyice neşelendi.




ben de elim boş gitmedim. 
gerçi aslında mor kelebek istemişti ama, 
elimdeki malzeme ancak buna olanak verdi.




Thursday 1 December 2011

hasta olmayacağım!

İnanılmaz bir şey bu. Seslendirmemeye çalışıyorum ama, gerçekten – bazen insan “neden?!” diye sorgulamaktan kendini alamıyor… Bankadaki (özellikle vurgulama gereği duyuyorum: BANKADAKİ!!!) kasamız soyuldu; üzücüydü, ama yani – ne yapabiliriz ki bu konuda?! Sonra bana taklacı güvercin lakabını kazandıran akıllara zarar kaza var, ondan sadece parmağımdaki ufacık bir sıyrıkla çıkmış oluşum bir mucize. Ve şimdi! Ebeveynlerim adeta biyolojik silah olarak kullanılmak üzere tasarlanmış ve yanlışlıkla atmosfere karışarak onlar tarafından solunmuş bir virüsün saldırısına uğramış durumdalar… ve yani - tamamı 2 ay içinde mi oldu?! 


Hadise basit bir üşütme veya hastalanma değil, çok ciddiyim – her ikisi de dramatik bir filmin karelerinden fırlamış gibi. Bir yandan onlara yardımcı olmak için elimden geleni yapmaya çalışıyorum, ama bir yandan da bunu fiziken onlara minimum derecede yaklaşarak yapmaya çalışıyorum - ki bu kendi içinde bazı paradokssal durumlara sebep olmuyor değil. 


Cumartesi sınavım var, o zamana kadar hasta olmamayı başarmam lazım. Kısmet.