Thursday 19 January 2012

Görsel Kültür ve İdeoloji - Atölye Çalışması

Bir tür "göster - anlat" dersiydi, 
ben de yepyeni eski oyuncaklarımın neler yapabildiğini gösterdim - anlattım.

Monday 16 January 2012

Friday 13 January 2012

russian blue.

Ve gittiler. Gerçekten de çok hızlı ve çok şey ile geldiler, çok az kaldılar, çok şey yaptılar ve çok hızlı gittiler. Arkalarında bıraktıkları her şey bir yana, Sonic’e veda etmek konusunda çok zorlandılar – son ana kadar bana ona dair tavsiyeler, tüyolar vermeye ve uyarılarda bulunmaya devam ettiler. Ama sanırım içten içe biliyorlar; ona kendiminmişçesine bakacağımı, onu benimmişçesine sevdiğime inanmasalar, kollarımda bırakabilirler miydi onu yine de – emin değilim.



Bütün bu evi elden geçirme sürecinde eski bir defterimi buldum. Lise sonda tutmuşum ve elbette sayfalarından duygular akıyor… Ne çok şey, ne kadar güçlü hissedilmiş o zamanlar. Tüm o yazıların arasında 5 mısralık bir şiir özellikle göze çarpıyor. Yeşil gözlü, duman rengi bir kediye dair, adeta o zamanlar hayatta bile olmayan Sonic için yazılmış, özlem dolu bir şiir. Bana ve hayatıma dair söyledikleri açısından ironik biraz ama ben onu daha varlığı söz konusu bile değilken sevmişim – o zaman bile çok istemişim. 

Thursday 12 January 2012

Gidiyorlar. Öyle hızlı ve öyle çok şey ile geliyorlar, öyle az kalıyorlar, öyle çok şey yapacaklar ve öyle hızlı gidecekler ki… Yapabildiğim yardımı yapmaktan başka elimden gelen tek şey onlara bol şans ve mutluluk dilemek.


Friday 6 January 2012

hmmm...25 günde makale.

25 günde ohooooo neler neler yapar / yapabilir insan… di mi?! 


Hımpf. 

Duruma bakılırsa, ben ilk akademik makalemi, yayımlanmak üzere yazacakmışım mesela?! Bundan dün haberim olması da ayrıca hoş… Acaba bunu nasıl becereceğim konusunda da bir fikrim olsaydı, baya iyi olurdu aslında. Ama işte, hayatın tadı bu küçük gizemlerde saklı, öyle değil mi? 




Yarın bu konu ile ilgilenmeye başlıyorum, umuyorum ki anlımın akı ile çıkarım içinden. Olur da İnsan Ticareti konusunda yazmaktan vazgeçersem, Kırık Vazo Teoremimden bu yana (Cafe Bien’de bundan uzun yıllar önce, alkolün de etkisi ile, metaforik anlatımlar içinde yüzerken kaba etlerimden ortaya attığım bu örneği sanki ampirik bir araştırma sonucu ortaya çıkarılmış bilimsel bir gerçekmişçesine paylaşanlara hitabediyorum – fikir hırsızlığı çok kötüdür!!! Ya kendi örneklerinizi uydurun, ya da kaynak gösterin, burada düşünüyoruz bu kadar...) ortaya koyduğum en önemli eserim olabilecek olan son keşfimi gururla paylaşmayı düşünüyorum: Dengesiz olan bizler değil, hayat. Evet, yıllarca sorunu bizlerde sandık, insanoğlunun zihinsel, fiziksel ve ruhsal faktörlere bağlı değişkenliğine ve dengesizliğine çareler aradık – ama hey hat, boşunaymış tüm o kan, ter ve gözyaşı çünkü dediğim gibi, sorun bizlerde değil, sorun doğrudan ve büyük ölçüde hayat… Şimdi, tamamen uydurulmuş, kurgusal karakterler, olaylar ve yerler üzerinden bir örnek ile açıklamaya çabalayabilirim bunu, ama ne gerek var? Hepimiz biliyoruz gerçeklikle olan herhangi bir benzerlik tamamen tesadüfîdirin aslında bunlar aynen oldu var yaaa! demek olduğunu... Neyse, bu konuda detaya girmeyeceğim, ama rahatça söylüyorum, ister inanın ister inanmayın – hatta tercihen inanmayın, kendiniz de deneyin; insan değil dengesiz olan, hayat. Savrulan dallardan bağlı oldukları ağaçlar değil, sert esen rüzgârlar sorumludur. 

Güzel dedim ben onu - özlü bir insanım, evet. Hatta sonuç cümlesi de yaparım ondan.

Tuesday 3 January 2012

tatlı yemek, tatlı konuşmak.

Bahçemizin enfes meyveleri ile yaptığımız az şekerli reçellerimizi süsledik - püsledik, hediye ettik.

Dedikodu da sosyal bütünlüğü pekiştiren bir geleneksel sosyal medya değil midir aslında?

Yarabbim, sen sonumuzu hayreyle – biz şu son iki günde hamile kadınlara taş çıkartırcasına uyuyup uyanıp dedikodu yapıyoruz! Herhalde 30 yıla yakın zamanın birikimini bünyeden atasımız gelmiş olacak ki, dur durak olmaksızın, sonu görünmeyen bu yola girdik, ilerliyoruz. Gerçi, dedikodu tanım gereği tam da açıklamıyor yaptığımız şeyi… çünkü dedikodusu yapılanlar da dedikodu yapan bu bir grup adeta hamile kadın arasında. Yani, mesela Ruhi’ye (daimi örnek karakterimiz) kendisine dair, kendisinin hakkında dedikodu yaptığı kişi ile, dedikodusunun yapıldığının söylenmesi üzerine, yapılan dedikodu üzerine dedikodu yapmak… İletişim bir sanat yahu. Bunu yarın Çiler Dursun’a ileticiiim. Şakalar, geyikler bir yana; güzel şeylere gebe bu yıl gerçekten de galiba. Bir de sevgili Ruhi'ler kimi konularda biraz daha açık olabilse... o zaman bu insanı zihnen yoran karman çorman ve de çarpık dedikodu kaosu içinde kendimizden geçercesine burdan şuraya, şurdan oraya, ordan nereye?! sürüklenmezdik...



Son olarak belirtmeliyim: Yüksek umutlarım vardı ve yine hayallerimi Milli piyango yılbaşı özel çekilişine yatırmıştım, itiraf ediyorum. Ada alacaktım ve orada doğan görünümlü şahin misali okul görünümlü bir şehir devleti kuracaktım. Neyse, olan oldu, amortiden başka bir şey çıkmamış onca bilete - artık bu sene de erteliyorum bu hayalimi… yine. 



Sunday 1 January 2012

nasılsa zamanım var: 20 + 3 gün ertelenen hayat.

Bilerek erteledim bu post'u. Çok betimsel olacak, şimdiden caution: read at your own risk.

Önce 20 gün erteledim aslında. Ama 29'una denk gelince, dedim dur 3 gün daha, yeni yılda yeniden başla. Öyledir çünkü, aynı rejimlerimi pazartesilere ertelediğim gibi, yenilerimi de yeni yıla ertelemek eğilimindeyim. Ve aynı rejimlerimi salı günleri terk ettiğim gibi, yenilerimi de genelde Şubat ayının sonlarına doğru kaybederim. Zaman geçer, olaylar olur ve yeni eski olur vs vs vs. Ama olsun. Olduğu kadarı yanıma kar kalsın yeterki. Sonuçta, bunu paylaşacaksam, yeni yılın ilk gününde paylaşmak makul olur diye düşündüm.

İçimde bir his var. 

Tencerenin içindeki su kaynarken kapağını bir o tarafta bir bu tarafta hoplata zıplata buharını kaçırır ya, aynen öyle bir his bu - ben de ne kadar bastırmaya çalışırsam çalışayım, sanki bir yerden çıkıyor. Bu yıl güzel olacak. Dikkat çekiyorum, kolay olacak demiyorum. İşin aslı, aksinden nerdeyse eminim; zaman zaman soluksuz bırakacak kadar boğacağına, sıkıştıracağına, üzeceğine ve ağlatacağına hiç şüphem yok - ama yine de içimden bir ses ısrarla, tuhaf bir tebessüm ile tekrar ediyor bu yıl güzel olacak... diye.

Son 3 haftadır dürüst bir yüzleşme yaşıyorum kendimle ve içten içe bildiğim ama rasyonel gerçekliklerle kendime göstermekten türlü şebekliklerle kaçtığım gerçekle karşı karşıyayım. 2001'den bu yana (dile kolay, 11 yıl), her sene bir öncekinden daha sert yükledi ağırlığını üzerime ve ben belki de biraz fazla safça, buna karşılık isyan etmektense sessizce sindirmeye çalışmaya, gücümü yettirebileceğime ve bir sonraki seneye herşeyin yoluna gireceğine inanmaya devam ettim... Ve belki de o kadar aptalım ki, kendimi yine de bundan dolayı aptal hissetmiyorum! Hatta zerre pişman olmayışım, hepsine müstehak oluşumun kanıtı bile olabilir, sonuçta ben değil miyim hep herkes hakettiğini yaşar... diyen?

Bu bunalım bir yazı değil. 

Olsa buraya değil diğer bloguma yazardım zaten. Bu daha çok, sabahın henüz ayazının bitmediği, erken bir saatinde uyanmak için yüze çarpılan soğuk su gibi. Bunu pratik olarak deneyimlememiş insanlar, teoride kişiyi uyandırıcı bir etkisi olacağını düşünürler nedense hep. Cehalet ne büyük mutluluk! Çünkü bu sanı yanlış - alenen yalan hatta. Demek istediğim, bu teorinin gerçeklikle akası olmadığı, aksine insanın aklını neden?! boşver... değmez ki! düşünceleri, içini ise şimdi hemen geri girsem yorganın altına, hiç yaşanmadı saysam bu anları, gerisin geri uyusam... hissi ile dolduran travmatik bir tecrübe olduğudur. Bir bilene sorun, hatta başkasının sözüne güvenmek yerine kendiniz tecrübe edin. Bence yeni doğan ve anne rahminden dünyaya gelen bebeklerin yaşadığı travmaya en yakın deneyim bu olsa gerek.

Uyanmak zorunda hissetmek...durumum budur.

İlginç olan dil, çünkü Uyanmak zorunda hissetmek ne Uyanmak istemek'le ne de Uyanmak zorunda kalmak'la aynı şey değil. Ben uyanmak istemedim. Bana ne, iyi kötü düzen işliyor, öyle ya da böyle ömür geçiyor. Uyanmak zorunda da değilim ayrıca, aksine uyanmamam ve statükoyu  korumam konusunda ciddi bir teşfikle (!) karşı karşıyayım. Ama sorumluluk sahibi insanların yapması gereken ve önemli olduğunu düşündüğü bir şeyi ertelediğinde içini saran ve sıkan sorumsuzluk hissi gibi benim de içimi kemiren ve uyanmak istememden veya uyanmak zorunda oluşumdan bağımsız olarak, uyanmak zorundaymışım gibi hissetmeme sebep olan bir his var. 

Sıkıldım belki de. İsyan etmektense sessizce sindirmeye çalışmaktan, gücümü yettirebileceğime ve bir sonraki seneye herşeyin yoluna gireceğine inanmaya devam etmekten, statükoyu korumak adına ezilmekten bıktım. Ben artık buna devam etmek istemiyorum. Nasıl ki bunu yapmayı ve buna devam etmeyi seçen, dolayısı ile de pişman olmayan bendiysem, şimdi de bunu yapmaktan sıkılan ve bıkan, dolayısı ile de devam etmeme kararı alan benim. Hadi bakalım. 

Bugün akşama doğru arabada, Ebru ve Büşra ile Hakan'lara doğru giderken şu an ölsek, hayatım boyunca yaşadığım en güzel yıldı diyebilirim 2012 için dedim ve bunu söylerken çok samimidim. Yeni yıla biraz eksikle de olsa, ailemle girdim; ilk saatlerini tam kadro ekiple olmasa da, beni her halimle sevdiklerini hissettiren arkadaşlarımın bir kısmı ile çok güzel bir yerde, büyük zevk alarak kutladım; sabaha karşı uyurken iki yanımda en eskisinden iki dostumla beraberdim; uyandığımda hayırlı olacağını umduğum bir muzurluk yapmış olduğumu hissetmenin mutluluğu ile gözlerimi açtım; kahvaltı için dışarı gidip günün yarısını yiyerek, içerek, sohbet edip gülerek, oyunlar oynayıp, Ankara'ya enfes yağan karı izleyerek geçirdim... Bugün ben, gerçekten mutlu oldum. 


Sonra evime döndüm. En fazla 5, hadi belki 10 dakika sonra, sahile çarpan dalgalar gibi, mutlu olma hissini ne kadar özlediğim yüzüme çarptı. O anda, bir daha onu kaybetmek istemediğimi de anladım. Daha önemlisi, uğruna onu kaybedettiklerimin onu kaybetmeye deymediğini anladım. Ben o 11 yıl için pişman değilim, ama eğer bu yılı da aynı şekilde geçirirsem, inanılmaz pişman olacağımın bilincindeyim. Çünkü mutluluk, hayatımdaki bir çok şey gibi, önüme sunulan değil, benim uğruna mücadele ederek bulmam ve korumam gereken bir şey - ve bu gün ben bunu pratikte bir kez daha gördüm. 

Bu yıl güzel olacak...Çünkü bu yıl, bu yılı güzel yapmak için elimden gelen her şeyi yapacağım. Her şeyi.