Tuesday 28 February 2012

haberler.

Bazen, bazı haberler, dile düşmeden akla düşer. O anda, Derya yanımda bana dönüp sana söylememiz gereken, ama nasıl söyleyeceğimizi bilemediğim bir şey var dediği anda biliyordum ne diyeceğini..."O" evleniyordu. Herkesin bir "o"su vardır - benim de elbette var. Gerçi söz konusu bu "o" hiç benim olmamıştı zaten, ama şimdi resmen bir başkasının oluyordu. Didem ve Ebru nefeslerini tutmuşcasına bekliyorlardı giderek sabırsızlanan bir biçimde gelmek bilmeyen tepkimi. 

Tepkim o anda gelmedi.

Geldiğinde ise dinmek bilmeyen göz yaşları, yaşaşanmamışlıklara ve korkaklığıma dair pişmanlıklar ile birleşerek beni bir melankoli denizinin dibine doğru çekmeye başladı. Ama ben bu yolu çok gittim geldim - artık dönüşümü gözüm kapalı bile bulabiliyorum. Herşey olup bittikten sonra oturdum ve içimi bildiğim en iyi şekilde, resim ve yazı ile önüme döktüm. Çıkanlardan ise küçük bir parça toparlayıp ortaya koydum. (http://nepmtv.blogspot.com - geri dönmeyecek)

Ebru'dan gelen yanıt ile, yaş dolu gözlerime ufak bir tebessüm düşen dudaklarım eşlik etti. 
Ben bana ve yaşadıklarıma hem gülerim, hem ağlarım.


  


   

Monday 27 February 2012

Akrabalar

Akrabalar benim gözümde her zaman enteresan insanlar olmuştur. Annemin hiç kızkardeşi olmamasına ve babam tek çocuk olmasına rağmen büyürken bir sürü teyzem ve amcam vardı; tabi bu çarpık aile yapısı içinde bu teyze ve amcaların tüm çocukları da kardeş durumunda oluyordu. Arkadaşların, seçebildiğin ailendir sözü benim için olağan bir genel geçer kabulden fazlası değildi çünkü işin aslı ben "akraba" konseptini uzun yıllar pek anlamamıştım.

Anladıkça da pek haz etmedim ne yalan söyleyeyim.

Konu kişinin akrabalarını sevmesi / sevmemesi, onlarla anlaşabilmesi / anlaşamaması - hatta görüşüyor olması / olmaması ile ilgili değil benim için; konu tamamen "kan"a yüklenen anlam ile ilgili...Evet, kan da ırk gibi, din, dil ve cinsiyet gibi insanlara önem vermek konusunda, benim açımdan, öne çıkan katagoriler arasında değil. Nice insan sevdim ki sanmıyorum yakın bir kaç göbekten gelen ortak kanımız olsun.

Ama şu da bir gerçek, bazen - nadiren de olsa - bir sürüsünün içinden tek bir akraba çıkar, ki ona tamamen bu kimliğinden sıyrılmış olarak baktığımda bile, hayatımda görmek istediğim, gerçekten karşılıklı olarak kan dışında bir bağ paylaştığım bir birey görebilirim. Oldu bu. Daha önce de olmuştu. Dün yine oldu. Ben de çok mutlu oldum.

Aile her zaman en önemlidir, ama akrabalar da bazen iyidir. 

Thursday 16 February 2012

"hayat" ve "neden"...ömrüme damgasını vuran ikili.

Reva mıydı bu bana? Ocak başladığından beri, ilk haftayı saymazsak, gerçekten de koşturma ile geçiyor günlerim ve tam herşey sakinleşti, tam arkamı yaslanıp rahat bir nefes alabileceğimi sanarken ben, DA DAM; hastayım. Üstelik de tam Hande bir kaç günlüğüne İzmir'den gelmişken yatay durumda oluşum, cidden çok acıklı bence. Umuyorum ki yarına düzelmiş olabileceğim. O zamana kadar fiziken uzak duruyor, Sonic'le hasret giderişlerini yüzümde bir tebessüm izlerken, kimi anları da yakalamakla yetiniyorum. 



ama yani, dönüp durduğum nokta elbette hep aynı: hastayım!
Neden hastayım?! 


Ben böyle zamanlarda hep hastayım...Bu kadar çok mukus üretebilen sevgili vücudum, nasıl oluyor da hızlı değil de bazal bir metabolizma ile çalışıyor - anlamak mümkün değil.   

Wednesday 15 February 2012

sonuç

her ne kadar


olsa da, yine de 


"Dear Author, 

Thank you for your contribution to the Advances in Applied Sociology (AASoci). We are pleased to inform you that your manuscript: 

ID : 2290021 
TITLE : Is Street Art A Crime? An Attempt at Examining Street Art Using Criminology 
AUTHORS :Zeynep Alpaslan 
has been accepted. Congratulations!"


Sunday 12 February 2012

fasekül fasekül...!

Ayça Perşembe sabahın köründe Ankara'ya geldi ve bir kaç saat sonra gerekli eşyalarını toplayıp bizdeydi. 

Açıklamalıyım: Ayça'nın tezi için şimdiye kadar yayımlanmış tüm Hayat Mecmuası'larını taraması ve bulabildiği tüm THY reklamlarını belgelemesi gerekiyordu, ki bu tür bir araştırma ancak bir yerde gerçekleştirilebilir - Ankara / Milli Kütüphane. O yüzden de İzmir'i ardında bırakarak buralara geldi. Bu arada, Ayça'nın bu işi tamamlamak için yalnızca 3-4 gün kadar zamanı vardı. Kabul edelim, pazar günü sayılmaz - o yüzden de spesifik olmak gerekirse, cumartesi akşamına işini bitirmesi gerekiyordu. 

Peki o zaman neden Ayça zaman mevhumundan bağımsız, rahat bir tatilci havasında, camlı odaya kurulmuş ve benim tüm hadi hadi hadi!!!'lerime rağmen annemle sohbete dalmış biçimde sallanıyordu? Bilemiyorum...Ama tez zamanda durumu fark ederek ayaklandı ve biz sabahın köründe kütüphane yollarına düştük.

Malum, ben bu yeterliliğe hazırlık dönemi'nde dışarıdan "boş gezen" olarak algılandığımdan ve tabi ek olarak yakın çevremde de "inek" damgalı olduğumdan Ayça'ya seve seve eşlik etmek de bana düştü. Sabah girdiğimiz milli kütüphanede cilt cilt cilt cilt ve hatta daha bile çok cilt eski dergi altına gömüldük, bir ara kendimizi "birer simit - ayran yapalım" diyerek dışarı atmışken nasıl olduysa yersiz ama çokça zevkli alışveriş yaparken bulduk. Kütüphaneye geri dönüp yeniden faseküllerimizin arasına gömüldükten sonra, kapanma saatine doğru yağan karı görerek şenlendik. İzmir'den gelen Ayça için bu enfes oldu tabi. Ama o arşiv taraması elbette bir günde bitemedi. 

Şansen ancak Cuma da eşlik edebildim Ayça'ya, Cumartesi ne elimde ne dilimde derman kalmamıştı...Yanımıza şu sayfaları çevirmek için parmakları ıslatan süngerli zamazingodan birer tane almayı akıl edebilseydik, kim bilir kaç kişinin daha önce tükürüklediği o sayfaları parmaklarımızı (acıklı itiraf: zaman zaman avuçlarımızı) yalayarak çevirmemiz gerekmezdi..."İşte hayat dediğimiz şey de tecrübelerimizin toplamından ibaret değil midir azizim?!" dediğini duyar gibiyim isim verip rencide etmek istemediğim bir arkadaşımın.


Bütün bu arşiv tarama esnasında elimde olmadan fark ettiğim şey şu ki, reklam çok acayip bir şey...Özellikle Nuh'un Ankara Makarnaları'nın hiçbir şekilde bir bütünlüğü ya da en azından kendi içinde anlamlılığı dahi olmayan ve Piyale'nin bildiğimiz kafa bir dünya - psychedelic (özellikle yine marka açısından) reklamları...Yarabbim, nooooooolur birileri bir içerik analizi araştırması yapsın, aydınlatsın bizi bu konuda.

Thursday 2 February 2012

bitti...BİTTİ

İnanamıyorum..."inanmıyorum" değil, özenle üzerinde durmak isterim; inanamıyorum. 10 günde akademik makale yazdım. Bu esnada insanlıktan çıkıp bir adet çuvala döndüm mü, sosyal becerilerimde ciddi bir gerileme, vücut yağ oranımda hatrı sayılır bir artış ve konuşma yeteneğimde şaşırtıcı bir gerileme oldu mu? Elbette. Ama ne önemi var ki?! Ben 10 günde akademik makale yazdım!!! Gururluyum. Advances in Applied Sociology basmasa bile makalemi umrumda değil, burdan paylaşırım. Yine yeniden insan olmaya, sosyal becerilerimi pekiştirmeye, mümkünse birazcık kilo vermeye ve en önemlisi akıcı konuşma becerimi tekrar kazanmaya başlayabilirim artık. Yarın başlarım.