Tuesday 31 July 2012

yüzümü güldürmeyi hep başaran


he he.

Tamamen saçma biliyorum, ama hatırladım hatırlayalı yapıyorum ben bunu ve hiç de garipsemiyorum kendimi o esnalarda. Cansız cisimleri kafamda canlandırıyor, onlara geçmişler / şimdiler / olası gelecekler kurguluyor, bunlar üzerinden kişiliklerini bile oluşturuyorum...Sevdikleri renklere kadar üstelik. 

Nada'da kendimi bunu yaparken buldum yine. Bu kez başrolde o gece orda ilk kez tanıştığı ince - uzun, seksi bir kızıl hatuna yazan esmer, hafif gıdılı, genç ve kısaca bir delikanlı vardı. Çocuk belli hatunu baya beğenmiş, ama hatun pek de emin değil çocuğa karşı duruşundan...O hikaye baya gelişti, dallandı budaklandı benim kafamda - en güzeli görsel vermek:

Monday 30 July 2012

çilingirler aslen örümcek adam gibi

sakin bir gecede, kaşla göz arasında, arabanın kendi kendini kitlemesiyle, ufak bir çocuk içeride kitli kaldı ve heycan dolu dakikalar yaşandı...genç annesi, huzursuzluk çıkarmadan arka koltuktaki yerine yerleşmesi için motoru açıyor, anahtar takılı ve araba çalışırken onu yerleştiriyor, kapısını kapatıp da yerine geçinceye kadar araba kendini kitliyor. pencereler kapalı, bagajdan araca giriş yok, aptal tavan açılmıyor ve anne panik durumda. itfaye, sivil polisler ve elbette Zerrin Sultan duruma müdahale ediyor. sonunda sivil plisin çağırdığı çilingir toplamda en fazla 10 dakika süren bir işlemle kapıyı açıyor ve anne ile ufaklık kavuşuyor.

elbette hikaye burda bitmiyor. herkes dağılıyor ancak, şok durumundaki genç anneyi henüz direksiyon başına geçmeye hazır bulmayan Zerrin Sultan, onları hemen ordaki burger king'e davet ediyor ve şaka maka uzun, samimi bir sohbet ile yeni bir arkadaş ediniyor.


bu gecenin sonunda ben çilingilere büyük saygı duydum. dalga geçmiyorum - inanılmaz ciddiyim. modern ve gerçek dünyanın örümcek adamları gibiler. hemen belge ile kanıtlamak isterim iddiamı:


 diyorum ya...gerçekten çok saygı duydum.

Thursday 26 July 2012

...nasıl yani?!

bu paket konusunda söyleyebileceğim öyle çok şey var ki...başkasının okumasını geçtim, kendim yazacaklarımı düşünürken, blogu akademik eksozum haline getirme riskime karşılık susmayı tercih etmek zorunda hissediyorum. Ama yani; ABD - Sovyet Rusya el elle, kapitalizm - sosyalizm yan yana, hazır sigara şeyleri ile "no stress" kavramı vs vs vs...susmak zor. 


Sunday 22 July 2012

çünkü komik.


Seda'dan bir inciydi - görselleştirmemek ayıp olurdu.

niyet vs kısmet

Kısacık gittim - geldim İstanbul'a. Alışık değilim buna. Son 10 yıldır, Deniz'in yanına gidişlerim en az 2 haftalık olmuştu mesela. İşin aslı 1 aydan daha kısa kalışım oldukça nadir olmuştur...Belki de o yüzden, İstanbul'u Deniz olmadan yaşamak oldukça tuhaf oldu. 

Dürüst olmak gerekirse, pek İstanbul'a gitmek gibi değildi. Tatil için, kısacık bir süreliğine "başka bir yer"e gitmek gibiydi ama, o başka yer İstanbul değildi sanki. Hiç Freudian olmadım, ama düşününce, bana "hoşgeldin! napmak istiyorsun?" dendiği anda "denize götürün beni, deniz görmek istiyorum!" şeklindeki beyanım, gayet istemsiz olarak çift manalı olmuş. Daha önce hiç hakkında düşünmediğimden olsa gerek, benim için abim ve bir zamanlar yaşadığı şehrin ne kadar bütünleşmiş olduğunun farkında değildim bu kısacık git - gele kadar. 

Rahatça söylüyorum: Özlemişim. 1500 yıllık arkadaşlarımı ve onlarla tükenmek bilmeyen muhabbeti, Ortaköy'de birlikte yemek ve kahve keyfini, deniz kenarında oturup kısa süreliğine bile olsa dalgaların geniş resimde düzenli ama anlık olarak kaotik sesine dalmayı...çok özlemişim ben sorumluluklarımı bir yana bırakarak kendim için bir şeyler yapmayı.  


İlk akşam biterken, ertesi güne dair planlarım soruluyordu. Cuma günü, Ramazan'ın ilk günü üstelik, herkes işteyken hem de...Aslında, planım çok basitti: "içimdeki Osmanlı ile barışacağım!" diye yanıtladım tüm "napıcaksın?!" sorularını. Sabah bizimkilerle kalkacak, onlarla evden çıkacak, Taksim'de yanlarından ayrılarak önce Galata'ya, ordan yokuş aşağı inip Kabataşa, yandan yandan Eminönü'ne geçecektim. Sonra ver elini Mısır Çarşısı, Kapalı Çarşı, Sirkeci, Sultanahmet...Nasılsa tüm gün vardı önümde. Pıft.

elbette ki yalan oldu!


Bir yıla yakın zamandır gitmemişim - öyle süratle geçemiyorum ki o uzun zamandır görmediğim şehrin küçük, yamuk ve güzel yollarından. Devamlı dikkatimi cezbeden bir şeyler görüyor, devamlı yoldan çıkıyorum! Neticede gün plana uygun başladı ama, ben Galata'ya varamadan bitti. Ebruşka'nın iş çıkışını yakalayabilmek için eve dönmem gerekti. 


Sonrasında çok keyifli bir akşamın planı hızla yapıldı ve yürütüldü, ben White Mill konusunda hoş bir süpriz yaşadım (itiraf ediyorum, dışardan bakıp ön yargı ile yaklaştım ama arka bahçesine geçmemizle tüm o yersiz düşüncelerimden sıyrıldım.), masaya bir çok farklı dedikodu saçılırken, bir çok farklı lezzet denendi - ama benim gözümde, bu güne damgasını vuran niyetler ve kısmetler olmuş oldu. 

Hem Ramazan ayının ilk günü, hem de genel olarak mübarek bir gün olan bu cuma gününde niyet ettiğim gibi "içimdeki osmanlı" ile yeniden tanışamamış - barışamamış olabilirim, ama onun yerine yakın zamanda yeniden kavuşma umudum olmayan bir yanımla, çevresinden rahatça ilham alan ve yaratan yanımla karşılaşmış oldum. 


Yani keyifli bir gün geçirdim. Ayrıca çok da güldüm. Mesela Lucky Luke karakterinin neden yurdumuzda Red Kit adı ile nam saldığı konusunda bilgi sahibiyim. 


Bu bilgiyi burdan paylaşmaya hiç niyetim olmadığını söylememe gerek var mı?! 




  


Monday 16 July 2012

maksat muhabbet

seviyorum ben arkadaşlarımı. özellikle kasıntı olmayışlarını, önceliklerini sıralarken önem verdikleri noktanın nasıl göründükleri veya görünecekleri değil de, nasıl hissettikleri veya hissettirdikleri olması açısından. 



bir de bu elbise güzel oldu büşra'da baya. 

Sunday 8 July 2012

özel bir post

florence & the machine'den rabbit heart 
(nam-ı diğer raise it up) 
eşliğinde anlamlı hal almaktadır.



İngiltere'ye gitmek istiyorum.