Sunday 23 September 2012

Seymenler'de "Tatlı Pazar"

Çok zordu pazar sabahı uyanmak... Çok zordu yataktan kalkıp hazırlanmak... Çok zordu hazırlanıp evden çıkmak ve hatta çok zordu Ankara'nın darma duman edilmiş yollarında daha önce hiç gitmediğim bir evin yolunu bulmak. Meriç'i evinden aldıktan sonra, yine o darma duman edilmiş yollar yüzünden, Liva'yı bulmak ise en zordu!

Ama değerdi.

Liva'da, çalışanları bile etkileyecek bir performansla toparladık istediklerimizi. Çalışan çocuk "açıkbüfeden daha iyi oldu sizin aldıklarınız..." derken, bence aslında "oha - bütün bunları siz mi yiyeceksiniz?!" demek ister gibiydi... Ama tabi, bilemem. 

Sonra Seymenler'de bulduk kendimizi. Sırılsıklam, taze sulanmış çimleri ile duruyordu karşımızda. Ama hey hat - işte hayat! Ordaki süper iyi kalpli büfeci çocuk imdadımıza yetişip, bizim kendisinden altımıza sermek niyeti ile rica ettiğimiz dev çöp poşetleri yerine bize battaniye büyüklüğünde polar şallar verdi... cici.

Zaman o kadar hızlı geçti ki, yetmedi. En azından bana yetmedi. İnsanlar, genci yaşlısı yanlarında birileri ile veya yalnız, bazıları köpekleri ile, bazıları çocukları ile, bazıları okunacak bir şeylerle gelmiş, kimisi bizim gibi çimlerde yatıp yuvarlanırken, kimi o portatif sandalyelerde oturuyordu. Daha otursak, 3 saat otururdum ben, ama tabi Meriç'in bir İstanbul otobüsü vardı kaçırmaması gereken. 


Çok güzel bir pazar günüydü. Ben bu hafta da gidiciiim - doyamadım. 

Thursday 20 September 2012

star wars gone disney

Beni zerre tanıyan herkes bilir: ben Star Wars seviciyim.  Bu konuda fazla seçim şansım olmadı gerçi, 77 doğumlu abisine hayran bir küçük kızkardeş olarak yalnız Star Wars konusunda değil; Legolar, Indiana Jones serisi (Kingdom of the Crystal Skull hariç...), 80'ler müziği, Star Trek (elbette Next Generation...i ❤ Jean Luc Picard), Asimov kitapları, StarCraft, F1, Star Gate, WOW vs gibi bir çok alanda erken yaştan itibaren yoğruldum. Star Wars konusunda, hepsinden daha uzun bir süre, daha konsantre bir biçimde yoğruldum ama. Mesela, yalnız önce 3 sonra 6 olan filmlerle kalmadı benim için o evren... Ben henüz ergenken tanıştım Expanded Universe ile. Lise yıllarım süresince derste, tenefüste, yemekte, serviste, hatta dershanede her an bir kitapla gezdim elimde. Kitaplar sık sık değişiyordu (hızlı okurum), ama ana başlıkları hep aynıydı. Bir süre "büyüyünce Mara Jade olmak istemek", "Kyp Durron'u beğenmek", "Anakin için ağlamak", "Jacen Solo'ya küfretmek", daha sonra "Jacen Solo'ya saygı duymak" gibi durumlar yaşadım. Sosyolojiye, özellikle sanat ve suça olan ilgimin kaynağı aslında Grand Admiral Thrawn'dı dersem, acaba insanlar bu noktadan sonra akademik kimliğimi ne derece ciddiye alırlar? 

Acaba umurumda mı?! 

Star Wars ile saplantılı ilgimi sanırım yeterince açıkladım. Benzer şekilde ilgili olduğum bir diğer konu da Disney. Star Wars'a olan merakım abimle olan ilişkim temelinde (onunla "daha fazla şey paylaşmak" amacı ile) oluşmuş olabilir (büyük olasılıkla öyle başladı), ancak Disney ile olan ilişkim bambaşka. Disney benim yapı taşlarımın bir çoğunu ilk yerleştiren, temellerimi kuranlar arasında. Ailem kadar değil tabi, ama mesela benim açımdan okuldan etkili. Ben İngilizce'yi bile Disney'den öğrendim. 

Peki öyleyse neden memnun değilim Star Wars'un Disney'e ait hale gelmesinden? 



Abimlerin bana küçük hediyesi... çok güzel. 

Monday 17 September 2012

çünkü komik.

Ve işte o gün geldi, çattı... Hande ve Deniz ABD'ye dönüyor. 
Ama gider ayak, yüzde tebessümlere sebep oluyorlar. 


Thursday 13 September 2012


bugün mahkeme günü. 
bu resmi bir ay kadar önce, istanbul'dan dönerken, otobüste çektirmiştim didem'e. 
bugün için saklamıştım sanırım bilinçsizce.

Sunday 9 September 2012

mide vs cumartesi

Perşembeden beri, özellikle midem, çok zor günler geçiriyor. Tamamen sinirsel. Mide hastası olma yolunda gidiyorum. Burda ayrıntılarına girmeyeceğim, "ailesel sebeplerden ötürü" diyor, geçiyorum. Neyse, sonuçta, ben perşembe itibari ile bütün gün minimum besin tüketip, maksimum kıvranarak geçiriyorum. Gerçi o esnada, arada Büşra'nın abisinin düğünü de vardı, ama diyorum ya, o kadar fenaydım ki - düğüne gittim, saat 10 bile olmadan eve döndüm... O araba yolculuğu hiç bitmeyecek veya ben yolun ortasında bir yerde biteceğim diye oldukça korktum. 

Hal böyle olunca, ben "bütün kızlar toplandık!" temalı bu haftasonundan - özellikle cumartesiden - pek umutlu değildim... İtiraf ediyorum. Ama hey hat, hayat! Cafe des Cafes'de başladı aslında gece ilerleyen saatlerine dair ipuçları vermeye. Her kim hazırlamıştıysa playlisti, kendisi ile bizzat muhatap olmak istiyor, bir cafe yerine bir barda, ama yani çok iyi bir barda, işe girmesini önermek istiyorum - o derece başarılıydı. 


Ayrıntılara girmeyeceğim, ama geceye dair önemli nokta şu, biz saat 20:00 civarlarında, daha önce varlığından bile habersiz olduğumuz, eski Old Mariner yerine açılan Bomonti'ye gittik ve nerdeyse 7 saat aralıksız dans ettik. Bu arada, söz konusu mekanda yer olmadığı için, biz merdivenlerin önünde ufak bir alan bulduk, görevliler de ortamıza masa niyetine bir tabure koyup bizi idare ettiler. İlk bir saatin sonunda, doğru dürüst alkol almayan bu masanın performansı kulaktan kulağa yayılmıştı ki, o ufacık alan kadın & erkek herkesin odak noktasına dönüşmüştü. Bir kaç saat sonra bizi DJ kabinin önüne taşıdılar - başa çıkamıyorlardı trafikle başka türlü galiba. 

Geceye damgasını vuran açıklama sabaha karşı 02:00 sularında geldi:

"Şu insanları görüyor musunuz? Saat 19:00'dan beri içiyorlar, nerden baksak 7 saatlik birikmiş alkol var bünyelerinde - ve daha yeni bizim doğal kafaya ulaşıyorlar...!!!" 

Wednesday 5 September 2012

Yataklı Tren

Bir kaç yıl önce, hala üniversitede öğrenci olduğum dönemlerde, bir yaz tatilinin sonlarına doğru "hadi çantanı hazırla - bu gece yola çıkıyoruz!" dedi ebeveyinlerim. Bam diye. Açıklama yapmaksızın. O kadar ki, nereye gideceğimize dair bile bilgi vermediler... Şu kadarını söylemek istiyorum; o çantayı toplamak baya zor oldu!

Ben o akşam ilk kez yataklı trene bindim... Ve hayatım boyunca en değerli tuttuğum anılardan bir böylece başlamış oldu. Ankara - İzmir arası giden Mavi Tren, bir yataklı tren yolculuğundan bekleyebileceğim her türlü beklentimi karşılamakla kalmadı yalnızca - beni tren yolculuklarına hayran bıraktı. Ki Harry Potter sever her bünyenin hak vereceğini düşündüğüm üzere, bu oldukça iddialı bir açıklama. Daha sonra Romanya'da sık sık bindim ülke içi gezimin bir parçası olarak trenlere. Bir keresinde, gecenin bir yarısı Cluj - Bükreş yolculuğumda, küçücük kompartmanımı önce 2 askeri öğrenci ile, ardından da 7 izbandut gibi uzakdoğu dövüş turnuvasından dönen ödüllü tiple paylaşmıştım. Oldukça enteresan anılardı - ayrıntılar için bakınız: http://romanyada3ay.blogspot.com/. En son ise, spontan gelişen bir Ankara - Eskişehir kaçamağında bindim bu kez de "hızlı tren"e. Ki o macera da başlı başına bir efsanedir - ama şimdi anlatmanın ne yeri, ne de zamanı.   

Sonuçta ben tren yolculuklarına bayılıyorum. Öyle ki, en büyük hayallerimin bir çoğu, öyle ya da böyle, bir noktada tren yolculuğu içermekte. Dolayısıyla, doğal olarak, Hande ve Deniz İzmir'e gidecekleri zaman onlara tren fikrini sundum. Çünkü enfes bir fikir bence. Onların da hoşuna gitmiş olsa gerek ki, yıllar sonra bu kez de onlar Mavi Tren'e binerek İzmir'e doğru yola çıktılar. Umarım onlar da, en az benim kadar, memnun kalırlar. 


Özendim, evet.

Sunday 2 September 2012

dünyanın öbür yanından



Tane beni düşünmüş, taaaaaaaa Avustralya'dan yollamış...çok tatlı!

dün düğün yaptık!



Bir yıl öncenin Gelin ve Damadı "taze tacı"nı devretmek için okyanusları aştı geldi...


Bu yılın Gelin ve Damadı bu sıfatı gururla kaptı


İşin aslı, her iki çift de çok tatlıydı.


Düğüne dair her ayrıntı çok ince düşünülmüştü


Gecenin sonunda herkes baygın düştü!