Thursday 31 January 2013

Hastayım... Çok hastayım!


Ankara ayazının vurması ile benim yığılmam bir oldu; yatak - döşek üstelik...

Pazartesi sabah anlamalıydım aslında, boğazımda hafif bir gıdıklanma vardı, ama elbette umursamadım. Sanırım "hava çok soğuk, acayip üşüyorum" diye ağlaşmalarımı kendim bile ciddiye almaya zahmet etmedim. İnsan kendini ciddiye almadıktan sonra, kim - neden onları ciddiye alsın ki...?!

Neyse, akşamına önce spora, sonra kahve içmeye falan bile gittim... O derece umursamazlık sergiledikten sonra, gece çok pişman oldum. Gecenin bir yarısı uykumdan öksürüklerle sarsılarak uyandığım anda, hatamın farkına vardım - ama elbette çok geçti. Öksürük krizlerim ancak bugün, nispeten, daha iyi hale gelebildi. Doktorun söylediğine göre "ciğerlerim tertemiz!"miş, ama inanır mısınız öksürüğümü duyan ciğerlerimi içimden atmaya çalıştığımı sanıyor...

Başucuma bakıyorum; kutularca ilaç (NAC, Kloroben, Nurofen, Parol, Suprax ve o biterse diye Zimaks), havlu peçete (bir büyük rulo), kitap (Bir Burun Anlatıyor - Avery Gilbert ve Quirkoloji - Richard Wiseman), su (litrelik), bardak (Galatasaray!!!), nişasta (fincanın dumanı tütüyor ben bu satırları yazarken), portakal ve uzaktan kumanda görüyorum... Telefonum yanımda bile değil, kendisi ile muhatap olacak durumda değilim hala. Ama tabi tabletim adeta sıcak su torbam gibi, onsuz şuradan şuraya gitmiyorum.



Hasta olmaktan haz etmiyorum. Hiç bir şey yapmadan, bomboş geçirdiğim zamandan bile daha ziyan geliyor... Ki o bana çok acı biçimde ziyan gelen bir şeydir.

Monday 28 January 2013

fag hag



Most people are together just so they are not alone. But some people want magic. I think you are one of those people.

Thursday 24 January 2013

Plüton


Canım yanıyor. Fiziken acı çekiyorum ve kas gevşetici almak dışında yapabileceğim bir şey yok... Ama ben onu yapmak yerine, aklımı başka bir şey ile meşgul etmeye karar verdim.


Plüton. Malum, yaşlıyım ben, benim zamanımda Merkür, Venüs, Dünya, Mars, Jüpiter, Satürn, Uranüs, Neptün ve Plüton vardı – hey gidi hey!


Yörüngesi ile ilgili bir sıkıntı sanki devamlı tartışma konusu oldu gibi bir hava estiriliyor, ama son yıllara kadar şahsen bihaberdim ben bu durumdan... Gerçi astronomi konusunda bir iddiam olmadığı için, tartışmadan bihaber olmam gayet doğal.


Ayrıca büyüklüğü konusunda da tartışmalar vardı - ama bundan ben bile haberdardım.

  
Ben bir buçuk metreyim. Tam olarak 150 cm... Ve bu halimle ailemin “uzun dişiler”i arasındayım. Önemli olan büyüklüğü değil arkadaşlar, unutmayalım.


Ama tabi bunlar hep yersiz bir romantizm üzerine kurulu “hisler”...


Plüton bir gezegen değil. Bilimsel olarak bu kesin... Şimdilik.


Dalga geçiyorum; elbette Plüton gezegen değil. 

Asıl mesele bu değil ama. Asıl mesele "bilim!" ve onun ne anlama geldiği. Bilimi seviyorum, sakın yanlış anlaşılma olmasın - bilimi hep sevdim. Sonuçta yıllarımı verdim, bir bilim insanı olmak için çalışıyorum! Ama bilim acı ki artık bir zamanlar eleştirdiği şeyin kendisi olmak yolunda süratle ilerliyor. Ve ben de sevdiğinin eleştirdiği şeyin kendisi haline gelirken, buna mani olamayan ve onu yine de, her şeye – özellikle de söz konusu bu sevgilinin kendisine rağmen, sevmeye devam eden embesil gibiyim. Subjeden özneyi tamamen ayırmaksızın ortaya atılabilecek her şeyi en başından kirletilmiş sayar hale gelmesi ile orta çağın dogmatik inançlarının dine aykırı şeylere tepkisi arasında, elbette prensipte, fark görmekte zorlanıyorum... Dünya'daki bir çok önemli bilim insanı da aynı tehlikeli yokuş aşağı yolun farkında olduğundan, nicelden nitele - daha da önemlisi karma paradigmalara doğru hızla bir gidişat var. Elbette teoride bizde de böyle, ancak pratikte hala bu anlayış oturmadı. Master tezimde Nitel gittim diye, nerdeyse bana hikaye yazmışım muamelesi yapmaya kalkan iki hocam vardı yeterlilik jürimde... Ben bilimin bir zamanlar olmayı vaad ettiği şeye aşık oldum, ama sonunda potansiyeli için yanında durmaya devam ediyor gibi olduğum günler de oluyor. Plüton bir gezegen değil, kabul. Ama Plüton gittikçe daha sık yaşanan bir durumun son zamanlardaki en bariz örneklerinden biri olduğu için artık bir sembol. Bilim ile ancak genel geçer, durumsal gerçeklere ulaşabiliyoruz... O bir fotoğraf değil, yer yer bazı ayrıntıları belli olmayan ve / veya eksik, ve / veya yanlış bile olabilen bir kroki. 


Son olarak beni çok güldüren bir şey, paid for by the friends of Pluto:


Tuesday 15 January 2013

inanmıyorum...!

Aslında yalan söylüyorum... İnanıyorum. İnanmak için ölüyorum!!! Ben bu günü, geleceğine dair hiç bir fikrim, beklentim veya umudum olmamasına rağmen bir ömürdür bekliyormuşum meğer - haberim yokmuş.  


Nedenleri konusunda uzun açıklamalara girecek değilim, bilen biliyor, bilmeyene açıklamaya zahmet edemeyeceğim kadar uzun ve derin bir konu bu benim için; önemli olan tek şey, bu hikayeyi bilmeye "ihtiyacım" olması. Çünkü nerden geldiğini bilmezsen, nereye gideceğini kestiremezsin. 

Monday 14 January 2013

Bond...James Bond




Elbette taraflıyım bu konuda...çünkü Sean Connery gelmiş geçmiş en başarılı James Bond. Eğer Robbie Williams bu rol ile karşımıza çıksaydı, o zaman BELKİ bu konuda bir tartışma olabilirdi.


Ama çıkmadı, o yüzden de olamaz – sonuç da net biçimde ortada.   


Sunday 13 January 2013

disney...!!!

Az önce Durukan ile konuşurken uyandım - Disney... Bana dair nerdeyse her şeyin temelini - ilk çıkış noktasını - kaynağını (elbette "aile"ye ek olarak...) Disney çizgi filmlerine bağlamak mümkün. 

Pornografi için derler "gençlerde gerçekçi olmayan beklentilere sebep oluyor..." diye; Disney'in yaptığı ile ne farkı var bunun?  


Kim bilir kaç küçük kız çocuğu için geçerli oldu bu?
Kim bilir kaç kişi Disney'e dava açtı bu yüzden?! 
Kim bilir ne kadara patladı Disney'e seslerini kesmek???  

Soğuk... Çok soğuk!

Ankara, karasal iklimin poster çocuğu gibidir; yazları sıcak ve kurak, kışları soğuk ve yağışlı... Gerçi son bir kaç haftadır "kişiliğine aykırı" halleri ile dikkat çekmekte, bir türlü zamanı gelen "Ankara Ayazı" ile bizi muhatap etmemek konusunda kararlı bir tavır sergilemekteydi. Sonra bu haftasonu oldu.

Dondum.

DONDUM!!!

Çok üşüdüm ben bu haftasonu Ankara denen bu memlekette. Bir açıdan, "bile bile gafil avlanmak" sayılır sanırım bu durum. Biliyorduk hepimiz eninde sonunda Ankara'nın aklını başına toplayıp "kendine geleceğini" ve çok geçmeden bıçak gibi kesen soğuklarını üzerimize salacağını - ama o erteledikçe bu salışını, ben de kör bir umutla devamlı erteledim ortaya çıkarmayı kalın kazaklarımı.

Zaman, o kazakları çıkarma zamanıdır!

Ankara soğudu.

Ankara ayazı başladı.



Sunday 6 January 2013

garip anlar

İlk kez olmuyor bu. Daha önce de benzer bir durumda kalmıştım. Başka bir zamanda, başka bir yerde, başka bir insanla... O sırada, ben de başka bir insandım gerçi. Ama gördüm ki, insan bazı durumlarda, tecrübelerinden bağımsız olarak, bilemiyor nasıl tepki vermesi gerektiğini. Hele karşısındaki insan önem verdiği bir insansa. Uzun zamandır tanıdığı, güvendiği bir insansa. Bazen bazı şeyler söylenir ve / veya yapılır ve o şeyler geri alınamaz. Ama, eğer tarafların ikisi de hem fikirse bu konuda, "-mış gibi yapmak" seçeneği olabilir; "hiç olmamış gibi yapmak..." mesela.

Geçen sefer, ortamı aniden ve çok kararlı biçimde bir kaç dakikalığına terk etmiş, karşımdaki insanın da düşünme fırsatı olmasına yetecek kadar zamanın geçtiğine emin olduktan sonra yeniden "olay yeri"ne dönerek sanki hiç bir şey olmamış gibi davranmayı tercih etmiştim. Riskli bir durumdu ve sonuçları ağır olabilirdi, o gün benim için önemli birini kaybetmekten çok korktum. Kaybetmeyi göze almak istemediğim bu insanın karşısında, "lütfen bunu, bizi bozma" diye yalvaran gözlerle bir tepki beklediğimi hatırlıyorum. Oyna katıldığı anda ne kadar rahatladığımı hatırlıyorum. Sonraki bir kaç zaman "acaba eskisi gibi olabilir miyiz?" diye düşündüğümü, "ya olamazsak..." diye korktuğumu hatırlıyorum. Ama şanslıydım. Biz şanslıydık.       


Bu kez, yine aynı şeyi yaptım. Ortamı aniden ve çok kararlı biçimde bir kaç dakikalığına terk ettim, karşımdaki insanın da düşünme fırsatı olmasına yetecek kadar zamanın geçtiğine emin olduktan sonra yeniden "olay yeri"ne dönerek sanki hiç bir şey olmamış gibi davranmayı tercih ettim. Ama bu kez, aynı sonuca ulaşacağımdan emin değilim. Riskli bir durum bu ve sonuçları ağır olabilir, benim için önemli birini kaybedebilirim ve bundan çok korkuyorum. Bir kez daha şanslı olamamaktan korkuyorum. 

Bir yandan da beni böyle davranmak zorunda bıraktığı için inanılmaz kızgınım. "Ne bekliyordu?", "Ne istiyordu?", "Ne olacağını sanıyordu?" gibi sorular aklımdan geçtikçe kanım kaynıyor, sinirleniyorum. Neden ben düşünmek zorunda kalıyorum hep "biz"leri?! Hata yapıyorum belki de. Öğrenemedim bir türlü "Bana ne?!" demeyi.


Saturday 5 January 2013

KORKUÇTU!!!


Gerçi sorun ben olabilirim... Hürrem konusu ilgimi çeken bir konu değil. Diziyi de izlediğimi iddia edemicem - televizyonda 25 dakikadan uzun şeyler izlemekle ilgili bir sorunum var. Yala söylememeliyim, televizyonda GOT ve House MD hariç 25 dakikadan uzun şeyleri izlemekle ilgili bir sorunum var.

Beyazıt iyiydi. Cihangir de baya iyiydi. Gerisi konusunda yorum yapmamaya karar verdim. 

bodozlama itiraflar

Çok acayip bir şey yaptım ben. Neden yaptığım konusunda hiç bir fikrim yok... Durup “Pişman mıyım?” diye düşünüyorum ve dürüstçe söylüyorum: Hiç değilim. Sonra “Daha önce olsa yapar mıydım?!” diye düşünüyorum: Hayatta yapmazdım!

Öyleyse ortada değişmiş bir şey var... Buraya kadar her şey çok net.

Değişenin ne olduğu konusu ise tüm bu netliği allak bullak ediyor. Ben miyim o değişen şey, yoksa hislerim mi?

Çok isterdim “değişen şey hislerim...” diyebilmeyi ve kestirip atabilmeyi bu konuyu; ama diyemiyorum. Ben hislerimin, özellikle ona karşı hislerimin, değişebilme özelliğine sahip olduğunu hiç sanmıyoum.

Hep sevdim onu, hep de seveceğim sanırım. Kulağa ne kadar ağdalı geliyor, öyle değil mi? Halbuki çok basit.  

Bu durumda, değişen ben olsa gereğim. Çok sancılı bir keşif bu.

Ben değiştim.

Aslında amacım bodozlama bir itirafta bulunmak değildi... Sadece tez için yardım isteyecektim...Peki nasıl oldu da, bu akadar profesyonel bir şey, bu kadar kişisel bir hal aldı? Bilmiyorum.

Umursamıyorum.

Pişman değilim.