Ayça Perşembe sabahın köründe Ankara'ya geldi ve bir kaç saat sonra gerekli eşyalarını toplayıp bizdeydi.
Açıklamalıyım: Ayça'nın tezi için şimdiye kadar yayımlanmış tüm Hayat Mecmuası'larını taraması ve bulabildiği tüm THY reklamlarını belgelemesi gerekiyordu, ki bu tür bir araştırma ancak bir yerde gerçekleştirilebilir - Ankara / Milli Kütüphane. O yüzden de İzmir'i ardında bırakarak buralara geldi. Bu arada, Ayça'nın bu işi tamamlamak için yalnızca 3-4 gün kadar zamanı vardı. Kabul edelim, pazar günü sayılmaz - o yüzden de spesifik olmak gerekirse, cumartesi akşamına işini bitirmesi gerekiyordu.
Peki o zaman neden Ayça zaman mevhumundan bağımsız, rahat bir tatilci havasında, camlı odaya kurulmuş ve benim tüm hadi hadi hadi!!!'lerime rağmen annemle sohbete dalmış biçimde sallanıyordu? Bilemiyorum...Ama tez zamanda durumu fark ederek ayaklandı ve biz sabahın köründe kütüphane yollarına düştük.
Malum, ben bu yeterliliğe hazırlık dönemi'nde dışarıdan "boş gezen" olarak algılandığımdan ve tabi ek olarak yakın çevremde de "inek" damgalı olduğumdan Ayça'ya seve seve eşlik etmek de bana düştü. Sabah girdiğimiz milli kütüphanede cilt cilt cilt cilt ve hatta daha bile çok cilt eski dergi altına gömüldük, bir ara kendimizi "birer simit - ayran yapalım" diyerek dışarı atmışken nasıl olduysa yersiz ama çokça zevkli alışveriş yaparken bulduk. Kütüphaneye geri dönüp yeniden faseküllerimizin arasına gömüldükten sonra, kapanma saatine doğru yağan karı görerek şenlendik. İzmir'den gelen Ayça için bu enfes oldu tabi. Ama o arşiv taraması elbette bir günde bitemedi.
Şansen ancak Cuma da eşlik edebildim Ayça'ya, Cumartesi ne elimde ne dilimde derman kalmamıştı...Yanımıza şu sayfaları çevirmek için parmakları ıslatan süngerli zamazingodan birer tane almayı akıl edebilseydik, kim bilir kaç kişinin daha önce tükürüklediği o sayfaları parmaklarımızı (acıklı itiraf: zaman zaman avuçlarımızı) yalayarak çevirmemiz gerekmezdi..."İşte hayat dediğimiz şey de tecrübelerimizin toplamından ibaret değil midir azizim?!" dediğini duyar gibiyim isim verip rencide etmek istemediğim bir arkadaşımın.
Bütün bu arşiv tarama esnasında elimde olmadan fark ettiğim şey şu ki, reklam çok acayip bir şey...Özellikle Nuh'un Ankara Makarnaları'nın hiçbir şekilde bir bütünlüğü ya da en azından kendi içinde anlamlılığı dahi olmayan ve Piyale'nin bildiğimiz kafa bir dünya - psychedelic (özellikle yine marka açısından) reklamları...Yarabbim, nooooooolur birileri bir içerik analizi araştırması yapsın, aydınlatsın bizi bu konuda.