Küçükken evimize misafirler geldiğinde yapmayı en çok sevdiğim şeylerden biri, yetişkinlerin varlığımın farkında olmaksızın dünya meselelerini tartışmalarını dinlemekti... Benimle nerdeyse yaşıt olan kuzenimin bize misafirliğe geldiklerinde yapmayı en çok sevdiği şey, annemin önceden onun için kenara ayırdığı rujları alıp bir el aynası eşliğinde lavobo altına oturup, onları sürüp sürüp silmekti. Ailemizde genel olarak genetik bir tuhaflık olduğu muhakkak, ama entersan olan, bunca yıl sonra geldiğimiz noktada o masterını tamamladı ve önce nişanlı, ardından evli olma arifesinde, ben ise olabildiğine bekarım ve sosyoloji PhD'min peşindeyim. Yani aslında, belki de o kadar çok şey de değişmedi bunca zaman sonunda.
O günlerde, yani 1980'lerde, yurtdışında yaşayan Türk'ler olarak oldukça sansürsüz düşünme ve düşüncelerini paylaşma özgürlüğüne sahipti çevremi saran tüm yetişkinler, ama aynı zamanda da 1960'ların sonlarını "Üniversite'liler" olarak yaşamış insanlar olduklarından, hepsi de evlatlarını olabildiğince apolitik tutma çabasındaydılar. O yüzden, çocukların yanında konuşmayı pek tercih etmezlerdi siyasi olayları. Ama işte, bazılarımızın dinlemesine mani olamadılar, yalnızken özgürce sormamızı ve sorgulamamızı gururla teşvik ettiler, okudular ve okuttular... Neyse, sonuçta o gizli gizli kulak kabarttığım akşamlarda, gecelerde, kimi zaman sabahın ilk ışıklarında, hep aynı şikayet mutlaka gelirdi gündeme: (abartarak açıklıyorum elbette ama temelde o yaşımda anladığım) "ülkenin aydınlarının, halkı aydınlatmak adına hiç bir çaba harcamayan, ukala ve kendini beğenemiş bir grup vatan haini" olduğuydu.
Bilgi, düşünce, fikir - gerçekten çok tehlikeliler, bağımlılık yapar ve her seferinde daha yüksek doz alımı arzusu yaratırlar... Tatmin edilemez bir açlığı siz doyurmaya çalıştıkta, imkansız gibi görünse de, giderek artmaya devam eder o açlık. Ve hiç bir zaman doyamayacağınızdan kuşkulanmaktan kendinizi alamazsınız. En azından bana öyle oldu - oluyor - olmaya devam edeceği konusunda çok kuvvetli hislerim var.
Hiç bir şekilde bir "aydın" olduğumu düşündüğüm fikrine kapılmasın kimse, kesinlike o değil bu yazının gittiği yer. En azından ben kendimi öyle görmüyorum. Ama anladığım çok basit ve temel bir şey var. Ülkenin aydınlarının tamamı, halkı aydınlatmak adına hiç bir çaba harcamayan, ukala ve kendini beğenemiş bir grup vatan haini değil. Yalnızca, elinde yetersiz veri olmasına rağmen atıp tutmanın ne kadar saçma olacağını bilincinde olan bu insanların çok azı büyük resmi görme lüksüne sahip olabilmekte, dolayısı ile de "atıp tutmak" yerine izleyerek, kendi aralarında fikir alışverişi yaparak, süreçleri daha net anlayabilmek için uğraşmakta. Kaderin bir cilvesi ile büyük resmi görme lüksüne sahip olanların ise söyleyecekleri veya yazacakları kelimeler popüler olup genel olarak kabul gören veya genel olarak kabul görmesi arzu edilen kamuoyuna uygun düşünceler dışında kalıyorsa, boğazına veya parmaklarına dizilmekte. Bunun sebebi bazen o azru edilen kamuoyu düşüncelerini üretmek için uğraşanlar olabiliyor, bazen ise (yine o arkadaşların da katkısı ile) bizzat aydınlatılmaya çalışanların kendisi oluyor. Kaç kişi, kendi düşüncesi ile örtüşen düşünceler dışındaki düşünceleri pür dikkat dinleyecek sabıra ve olgunluğa sahip? Kaç kişi her hangi bir düzeyde gündemi doğru yorumlamak için "yeterli" olmadığı hissini kabul ederek bir uzmanın sesine kulak veriyor?
Şehitler konusunda o kadar çok şey var ki söyleyebileceğim. Ve o kadar susuyorum ki. Çünkü biliyorum, söylediklerimi karşımdakinin anlayabilmesi için, en azından okuduklarımı okumuş, bildiklerimi biliyor olması gerekiyor. Söylediklerimi samimi olarak dinlemesi ve üzerine kendi tahlil etmesi gerekiyor... Ancak belki tecrübe, belki de öğrenilmiş bir korku bana bunu yapmamda mani ve susuyorum. Ama işte susamıyorum da! Sembol, birey ve kültür çalışan biri olarak en azından belki bir fikir verebilirim diye düşünüyor ve kısa bir okuma önermek istiyorum:
Milli Kimliğin temel özellikleri olarak ortaya konan beş maddeye özellikle dikkat etmeye çalışın ve hatırlayın, varlıkları ile oluşturanlar yoklukları ile de parçalarlar. Bir an sorun kendinize, "biz neresindeyiz bu listenin?" ve sayılanlardan elimizde kalan son maddeyi de kaybetmenin arifesinde olduğumuzu gördüğünüzde, belki de yaşadıklarımızın tamamının o maddeye de tik atmak için kurgulanmış, stratejik bir planın parçası olabileceği ihtimaline bir anlığına kafa yorun. Önümüzdeki kısacık zamanda nasıl da bütün yaşananların ordunun suçuymuş gibi lanse edileceğine, dahası (hali hazırda hala dönmemiş olan kaldıysa) bir zamanlar "vatan sağolsun" diyen sosyo ekonomik düzeyi yüksek olan ailelerin nasıl "asker diye ölüme yollanacak oğlum yok benim"e döneceklerine, ondan kısa bir süre sonrada zorunlu askerlik yerine önce gönüllülük esasına dayalı, ardından da paralı askerlik konularının gündeme geleceğine bakın. Ortak yasal hak ve görevleri paylaşan bir insan topluluğu olmaktan çıktığımız bu zaman geldiğinde, Mr Smith'in bahsettiği o beş maddenin tamamını tiklemiş olmanın tatlı huzur ile uyuyabilenler her kimlerse - şu anda o arkadaşlara dönmüş olmalıydı tüm sorular.
Ama tabi, ben ne bilirim ki?!
No comments:
Post a Comment