I.Körfez Savaşından kaçarak yurda döndükten sonra, konuşmamdan dolayı değil ancak okuma ve yazma eksiğimi kapatmak amacı ile ebeveynlerim birkaç ay yoğunlaştırılmış Türkçe dersleri almamı uygun gördüler… İşe ne kadar yaradı emin değilim. Derslerin sonunda hala “ö” ve “ü” seslilerini karıştırıyor, “ğ muamması”nı çözemiyor, yerli yersiz kelimelerin sonuna “e” ekleyip ne olduğu sorulduğunda “silent e o!” diyordum. Dahası “Defter ve Kitap”, “Yorgan ve Battaniye”, “Tencere ve Tava” benim aklımda mütemadiyen anlamlarını değiş tokuş ediyorlardı. Hangi dili öğrenmeye çalıştığımdan bağımsız olarak yaşadığım sorun “d”ler ve “b”leri karıştırma durumuma değinmiyorum bile.
Lise mezuniyetime kadar devam edeceğim okuluma 1991’de, ilkokul 3. Sınıfta başladım. Ama 7 yaşında, 3. Sınıfta olmam okulun ilk gününün sonunda ben dâhil, sınıfımın tamamının aklında soru işaretlerine sebep olmuştu. Dahi değildim. Özel bile değildim. Teneffüslerde bu konuda, cevaplarını benim de bilmediğim, bir sürü soru ile karşılaştım. Daha sonra öğrendim ki, yaşıtlarımın olduğu 2. Sınıflarda yer olmadığı için, ya bir yaş küçüklerim ile 1. Sınıfta ya da bir yaş büyüklerim ile 3. Sınıfta okumam konusunda bir karar vermek durumunda bırakılmış ebeveynlerim – elbette geri çekilmektense ileri atılmama karar verilmiş… Bizimkiler böyledir. Şans bu ya, benim için yer olan tek sınıfın öğretmeni de, okulun var olan ne asabi öğretmenlerinden biriydi. Gerçi, hakkını yiyemem, dışarı ne kadar cadaloz ve asabi görünürse görünsün, o öğretmen kapalı kapılar ardında kendi sınıfına karşı her zaman disiplinli ancak bir yandan da inanılmaz toleranslıydı.
Bütün bir ay sürdü bu üst sınıf maceram. Bu arada, yoğun talep üzerine 2. Sınıflara yeni bir şube, D şubesi açılmıştı. O bir ayın sonunda, durumdan faydalanılarak hemen yaşıtlarımın arasına yerleştirildim tabi. Yıllar sonra öğrendiğim, okulun o zamanlar öğrencilerini kategorilere ayırarak şubelere yerleştirme politikası olduğu, en basitleştirilmiş hali ile: A şubesine Gryffindor, B şubesine Ravenclaw, C şubesine ise Hufflepuff gözü ile bakabiliriz sanırım. Yeni açılan D şubesi Slytherin değildi – gerçi sık sık o muameleyi gördü sonraki yıllarda. D şubesinin içinde diğer üç şubeye yerleştirilebilecek, ancak yer olmadığı için “geç kaldıkları için arta kalanlar”ın yerleştirildiği karma bir sınıftı.
İlk tanışmamızı çok net hatırlıyorum Güven Göksel ile.
Henüz bir ay olmuştu okul başlayalı ve ben çok zorlanıyordum. Diyorum ya, ne dahiydim, ne de özel, sadece koşullar nedeni ile üst sınıftaki ufaklıktım. Okumam diğer çocuklarınkinin çok gerisindeydi, onlar kadar hızlı yazamadığım için teneffüsleri hep defter çekerek geçiriyordum, gururumdan kimseden ne yardım talep edebiliyordum – ne de teklif edilen yardımı kabul edebiliyordum. Henüz sınıf arkadaşlarımın tamamının adlarını bile bilmiyordum! Derken, bir gün nöbetçi öğrenci dersimize gelip, müdürün odasına beklendiğimi söyledi sınıf öğretmenimize. Korktuğumu hatırlıyorum, çünkü geri döndüğümde defterimin eksiklerini tamamlamak için öğle teneffüsüne bile çıkamayacağımı düşünmüştüm. Ama ben o sınıfa hiç dönmedim.
Müdürün odasına girdiğimde, odanın ortasında kocaman bir kadın duruyordu. Dev gibiydi. Hem enine, hem boyuna. Kıvır kıvır, koyu renk saçları vardı, açık toprak tonlarında bir döpiyesi. Müdürümüz bir sürü şey anlatıyordu, ama ben tek bir kelimesini bile dinlemiyordum. Dev kadına kitlenmiştim. Onu daha önce de gördüğümü biliyordum okul koridorlarında, ama daha önce ona hiç gerçekten bakmamıştım. Sonra dev kadın bana doğru döndü, onu izlediğimi, geldiğimden beri ona baktığımın mutlaka farkındaydı ama sanki hiç öyle bir terbiyesizlik yaptığımı bilmiyormuş gibi cüssesine denk bir gülümseme ile bana doğru eğilerek “Ben Güven Göksel, 2-D sınıfının öğretmeniyim, benimle gelip sınıfımda öğrenci olmak ister misin Zeynep?” dedi. O kadar yumuşacıktı ki sesi ve o kadar yumuşacık kokuyordu ki ve gülümsemesi o kadar yumuşacıktı ki… Karşımdaki yumuşacık dev kadına adeta kalp kalp olmuş gözlerle, transa geçmiş halde bakakalmıştım. Ta ki, jeton düşünceye kadar – o zaman büyü bozuldu. Yanlış bir şey yapmış olmalıydım beni bir sınıf aşağı almayı düşündüklerine göre, öğretmenim mi bunu istemişti, ailem bundan haberdar mıydı, başım belada mıydı, bu bir ceza mıydı?! Sanırım tüm bu sorularım yüzümden okunuyordu, çünkü ben tek bir kelime bile etmeden her ikisi de bunun bir ceza olmadığını, kötü bir şey olmadığını, ayrıca bu kararın tamamen bana bırakılmış olduğunu anlatmaya başladılar. Çok istiyordum “evet” demeyi karşımdaki yumuşacık dev kadına, ama bu sefer de içimi başka bir korku sardı – bu şimdiki öğretmenimi ve sınıf arkadaşlarımı bırakmak demekti ki daha yeni yeni alışıyordum onlara… Hem, bu bir anlamda pes etmek olmaz mıydı, ben biraz zorlandığı için pes eden bir insan mı olacaktım şimdi?
Sonra Güven Öğretmen, gözleri gözlerimde, yüzünde o kocaman gülümsemesi ile yumuşacık elini uzattı bana. Ve ben, kafamdaki her şeyden bağımsız olarak, elini tuttum.
Müdürün odasından yeni sınıfıma doğru, yeni sınıf öğretmenim Güven Öğretmenimin elini tutarak arkama bile bakmadan çıkıp gittim. Yolu yarılamışken, koridorun ortasında durdu Güven Öğretmen. Beni istediğinden vazgeçmiş olabileceğini düşünmüştüm bir an, ama o “böyle sıkıcı sıkıcı yürümeyelim, di mi Zeynep?” dedi, elimi daha da sıkı tuttu ve yolun kalanını sekerek gittik.
Bu yıl, Ekim 26’da aramızdan ayrılan Güven Göksel, gelişimimin en önemlilerinden olan o 4 yıl boyunca, hamurumu belki de en çok yoğuran ellerin sahibiydi. Bugün olduğum kişide azımsanamaz emeği var ve iyisi ile kötüsü ile o, hayatım üzerinde en büyük etkisi olmuş insanlardan biri.
Huzur içinde yatmanızı diliyorum öğretmenim.
çok etkilendim, küçücük bir çocuğun kalbinde güven ışığını yakmış kocaman dev kadın, yolun ışık olsun mekanın cennet, hocam hamurunda emeğin olan bu genç kadını çok seviyorum, ellerine sağlık emeklerin için...
ReplyDelete