Monday, 28 November 2011

Erdal Beşikcioğlu'yu da eklemek istiyorum liste*ye.

*Liste derken kast ettiğim: http://zalpaslan.blogspot.com/2011/11/girl-can-dream.html'deki listedir.
Geçtiğimiz yıl Şubat ayında, Ankara dip sahnede, Mojo isimli bir oyun izlemiş, kendimden geçercesine her önüme gelene herhalde önümüzdeki on yıl bundan daha iyi bir oyun izleyemem!!! diye öve öve bitirememiştim. O zamanlar Görkem orda çalışıyordu (mekân kapandı – ki o da başka, acıklı bir durum: hafta içi tiyatro sahnesi, haftasonu performans sahnesi ve bar olan, o denli kocaman ve yüksek tavanlı, Ankara’da başka bir yer varsa da ben bilmiyorum çünkü. ) ve bize biletleri o ayarlamıştı. Sanırım beni ne daha önce, ne de daha sonra o kadar mutlu hiç görmemişti / görmedi… Hani böyle, daha önce hiç görmediğin, varlığını bilmediğin, ama sanki gördüğün anda sana çok silik bir hayalinden tanıdıkmış gibi gelen şeyler olur ya. Böyle, aklının sınırının hemen ötesindedir, ona çok yaklaşmışsındır ama, bir türlü onu düşünememişsindir; beynin tıkanmış, o eşiği bir türlü atlayamamıştır – ama bir başkası başarmıştır oraya varmayı ve sana senin için yolu gösterir, derken sel suları gibi arkasından fikirler akar… Hala hatırlıyorum yaratıcılık çakralarımda gerçekleşen ulvi açılışı, sonraki haftalar hem resim, hem yazı üretimimde hatırı sayılır bir artış olmuştu.

İki hafta önce bizimkilere güzellik yapmak için sabahın köründe, elimde kahve dolu bir termos ve birkaç kitapla tiyatro gişesi önüne kamp kuruşumu anlatmıştım… (bakınız: http://zalpaslan.blogspot.com/2011/11/sanat-askna-gele-gelmek.html) İşin aslı şu ki, bir ömür boyu bizimkilerden (spesifik olmak gerekirse: Zerrin sultan’dan) Genco Erkal’ın oynadığı Bir Delinin Hatıra Defteri’nin ne kadar muhteşem olduğunu dinledim. Ve şimdi, söz konusu bu enfes oyunda başrolü, bir yıldan fazla bir süredir hakkında muhteşemdi! diye anlata anlata bitiremediğim Mojo’nun genel sanat yönetmenliğini de yapmış olan, Erdal Beşikcioğlu (all hail to Behzat Ç) oynuyor olunca, çekilesi çilelerine değeceğine inanıyordum… Evet, gayet de değerdi.


Çıkışta, önce deftere birkaç satır yazdım, sonra da biletimi imzalatmak için beklemeye başladım. Bir sürü insan, servisi kaçıracağını ve vasıta konusunda baya sıkıntılı bir yerde olduklarını bile bile bu tercihi yaptı aslında. Erdal Beşikcioğlu bu konuda çok tatlı davrandı! İsteyen herkese imzasını verdi, isteyen herkesle resim çektirdi, hiç de suratsızlık yapmadı – gayet de tatlı ayaküstü muhabbet çevirdi. Komik bir anı: O sırada hayli duygusal olan Zerrin sultan, dolu gözlerle Genco Erkan’ı da izlemiş bir insan olduğunu belirterek, büyük bir iltifatta bulundu kendisine ve cevaben de bir kucaklama ile bir öpücük kaptı. Hemen yanımızdaki teyze Ben de izledim Genco’yu! Beni de öpün!!! dediği sırada yarıldım ben. Ama işte o kadar tatlıydı ki bu konuda, o teyzemi de öptü.
Defteri oyunlardan önce okuduğunu söyleyince, blogun adresini yazdım hemen sayfamın sonuna – bilsin adam: bana ilham veriyorsun Erdal Beşikcioğlu! Merleau-Ponty seni tanımalıydı… Dahası, Sartre yaptıklarını görebilseydi, bakılanın ille bakanın hâkimiyeti altına girmek zorunda olmadığını bilerek, daha mutlu bir ömür sürebilirdi. Tiyatro izleme deneyimini ikidir benim için eşsiz kılıyorsun, teşekkür ediyorum.


Ayrıca, DT’nin herkesden gizli enfes sahneleri olması da enteresan. Macunköyde öyle bir yer olduğundan daha önceden haberimin olmayışı için üzgünüm, ama hava biraz düzelsin, orası en az bir fotosafari hak ediyor.

No comments:

Post a Comment