Dün ölümle tanıştım ben, ilk kez. Çok haz etmemiş olsa gerek benden diye düşünüyorum, fazla durmak istemedi yanımda… Üstelik giderken de almadı beni yanına. Bizimkisi daha çok bir ayaküstü merhaba şeklinde gerçekleşti.
Sabahın erken bir saatinde, düz bir yolda, oldukça mütevazı bir süratle ilerliyordum babamın emeklilik oyuncağı ile. Uyuzumdur ben; arabaya bindiği anda emniyet kemerini takan, direksiyonu sıkı sıkı kavrayan, her aynayı kontrol etmeye çalışan ve bu yüzden de genellikle sağ şeritte seyir halinde giden o bayan şoförlerdenimdir… Sadece önümdeki yola bakmakla kalmam, önüme çıkma olasılığı olacak her şey konusunda farkındalığımı açık tutmaya çalışırım. Zaten köpekleri de öyle gördüm. Çayyolunu bilen bilir, Atapark’tan döndüm, tam Konut 2’nin oradaki dört yolağzına gelirken, yokuştan aşağı koşarak gelen 3, belki 4 köpek fark ettim. Dümdüz ileri gidip hayvanlardan 1 veya 2’sini ezmek yerine, hafif sola kayarak kaçmayı düşündüm. Ama little did I know bir an oldu ve hemen solumdaki küçük ancak derin çukura bir tekerimin düşmesi ile her şey değişti. O andan sonra olanlardan, tüm gece yağan ve sabah da yağmaya devam eden karla karışık yağmur ile Ankara’nın meşhur ayazının güzel bir kolektif çabası sonucu leziz hale gelmiş olan yol sorumludur. Ben direksiyon hâkimiyetini kaybettim.
Arabanın kontrolsüz biçimde savruluşu ve peş peşe taklalar atmaya başladığı sırada ölüm, merhaba. dedi kısık ama çok temiz – net bir sesle.
Hep hayatım film gibi gözlerimin önünden geçti… derler ölümle tanışan ancak yine de bir şekilde sağ kurtulmayı başaranlar diye duyardım. Bana öyle olmadı. Onun yerine, tüm sesler ve görüntüler uzak ve buğulu hale gelirken, sanki çevremi beyazlı mavili bir sis bulutu sardı. Her şey bittiğinde, emniyet kemerimi çözdüm, arabanın kapılarının kilidini açtım, yan koltuktaki çantamı alarak tepetaklak duran arabadan indim.
Her şeye anı anına tanık olan site güvenlik görevlisi 1 – 2 dakika sonra yanımdaydı. Onun hemen ardından devriye gezen polis ve zabıta ekipleri de. Ben arabadan iner inmez ilk iş ebeveynlerimi arayarak kaza yaptığımı ve yerimi haber vermiştim, onlar da birkaç dakika sonra yanımdaydı. Ahmet Taner Kışlalı Muhtarlığının bahçesinin demirlerini ezmiş, yapının önündeki iki sütundan birini devirmişim – hatırlamıyorum.
Sonradan, parmağımdaki tek kesikten akıp kurumuş kanı temizlerken, yanımda konuşanların Ceset nerde acaba?! dediklerini duydum. Ölüm, her halde zamansız geldiğine karar vermiş olacaktı ki ceset yoktu… Sadece parmağımdan akan birkaç damla kan ve bir de tanınamaz hale gelmiş arabamız dışında.
yuh, oha, çüş, brrrr..verilmiş sadakan varmış. kızım çok büyük kaza bu, ben bu kadar tahmin etmemiştim..çok şükür iyisin..canlıların yaşam hakkına olsan saygın nerdeyse seni bitiromuş..ay şoka girdim..çok geçmiş olsun...
ReplyDeleteçok geçmiş olsun canım, verilmiş sadakan varmış dicleninde dediği gibi Allah korumuş...
ReplyDeleteOkurken gerildim sonunu bilmiyormuşum gibi, geçmiş olsun.
ReplyDelete“There is only one god and his name is Death,” said Syrio. “And there’s only one thing we say to Death: ‘Not today.’”
Geçmiş günün anlam ve önemine GoT dokunuşu olsun. Hasar olmadığına çok sevindim.