Monday 25 February 2013

Jennifer Lawrence

Ödül Töreni izlemek için sabahın ilk ışıklarına kadar televizyon başında oturmam mümkün değil benim... Hele bir pazar günü! Eeeeen ileri gidebileceğim nokta, kırmızı halıyı izlemek olabilir, ki şimdiye kadar sonuna kadar izlemeyi başarmışlığım hiç olmadı. 

Ödül Töreninde kazananlar ve kaybedenler konusunda anı anına tahminli, yorumlu bir izleme gerçekleştiremediğimden, o kırmızı halı kısmını izlerken tüm bu ihtiyacımı tüketmeye çalışıyorum. Bir de güzel elbiselere bakmayı seviyorum. 


Tuhaf bir ayrıntı: ben aslında izleyebildiğim kadarını bile, sırf bir kişiyi görmek için izledim. 


Tuhaf kısmını açıklamak istiyorum. Ben Jennifer Lawrence'ı sahne veya kamera karşısındaki provalı performansları ile değil, önce tumblr (özellikle randomfactory.tumblr.com) sayesinde, sonra da çeşitli yer ve zamanlarda denk geldiğim röportajları sayesinde sevdim bu kadar. Ve dün gece uyuyakaldığıma pişman olmama sebep olan tek nokta da, onun ödül alışını canlı görememek oldu. 

Ki aslında iyi de oldu, yoksa gecenin o saati / sabahın köründe büyük olasılıkla yarılarak gülüyor olurdum - komşulara ayıp. Burada başarılıdır, değildir - hak ediyordur, etmiyordur gibi konulara girmeye hiç niyetim yok, bana kalsa; tüm ödülleri ona verme taraftarıyım. 


Ama tabi, nedenlerimi belirtmeden bırakmak istemiyorum bu konuyu böyle havada... Hatta istiyorum ki, nedenlerimi görenler onu EN AZ benim sevdiğim kadar sevsin. Başlıyorum:




Öyle "bizden biri" ki... Gönül ister bir sonraki "Olağan Kıtır Gecesi Toplantımız"da da bulunsun.


















Sunday 24 February 2013

Pazar Günü

Pazar günleri düz taban ayakkabılar, bol ve biçimsiz eşorfman altları, insanın bedenine deri gibi yapışmayan üstler ve hatta onların da üzerine "geçirilmiş" kapşonlular ile makyajsız, takısız ve hatta abuk topuzların günü benim için. Geç uyanmanın, uyanır uyanmaz da yataktan kalkmak yerine, uzun uzun gerilerek biraz daha uzanmanın günü. İlk öğününde mönünün nelerden oluşuğundan bağımsız olarak, sofra keyfinin saatlerce sürdüğü - bünyenin taze demli çaya doymadığı bir gün...Doyduğu anda da sütlü kahve tükettiği bir gün! Havası puslu, güneşli, yağışlı veya rüzgarlı da olsa, benim için sistematik hareketlerdense, aheste muhabbetlerin günü. 

Hafta içinde ertelenen  her işin bırakıldığı, ancak hiç bir işin yapılmaya zahmet edilmediği bir gün...Bazen kitap okumaya bile üşenilen bir gün!

Pazar günleri gerçek değil benim için sanırım, devam eden bir rüya hali. Bazen kabus da oldukları oluyor, kabul - ama neticede devam eden bir "uyku" hali gibi benim için bu günler. Eğer yedi ölümcül günahtan biri olsaydı, sloth olurdu herhalde diye düşünüyorum...ki aslında düşününce, ben de yedi ölümcül günahtan biri olsaydım, ben de sloth olurdum herhalde. 

Bu satırları yazarken fark ettim, ben aslında pazar günlerinden tiksinmiyorum. Bayılıyorum diyemem, ama tiksinmiyorum da. Anlıyorum onu.


Friday 22 February 2013

arşivden çıktı - taze taze!

Orjinal resim bu ve bir süre önce 9gag'de görmüş, pek beğenmiştim...


Derken bu cuma gecesi, Didem'in lap topuna çökmüş zaman öldürürken, bir de ne göreyim?! ben bu pozu ZATEN vermişim ki kaç yıl önce Görkem'lerin evinde yeni yıla girerken...saçlar efsane uzun falan üstelik. Hemen bir PowerPoint, bir Paint - işte sonuç. 

 

Hey gidi hey, o zamanlar "MySpace"de henüz meşhur olmamış genç yetenkleri dinler, Facebook'da aile büyükleri tarafından taciz edilme endişesi olmaksızın atıp tutardık...bizim gençliğimiz güzeldi.

Monday 18 February 2013

bento


Hayatım temellerinden sarsılalı beri, gündelik hayata dair programlarım konusunda maksimum oranda esenek olmak zorunda hale geldim. Bu bir çokları için pek de bir şey ifade etmiyor olabilir, ancak hayatını uzun yıllar boyunca “kontrol müptelası” tanımlamasına kitap örneği olabilecek şekilde yaşamış olan şahsım için, bu ne yaparsan yap sırtının tam ortasındaki o ulaşılmaz sivilcenin dayanılmaz sıtırabı gibi bir şey...

Sabahları uyandığı andan itibaren ne yapacağı belli olan, günü programlı insanların sahip olduğu zihinsel huzur ve rahatlık, ancak bu lükse gerçekten sahip olanların bilebileceği bir vecddir. Ben bir zamanlar buna sahiptim, ordan biliyorum. Bazıları (genelde bu lükse gerçekten sahip olmadıklarından şüpheleniyorum bu insanların) aksini iddia etse de, bence (kendiniz de dahil) herhangi birileri tarafından bu imgesel tasarıyı mutlak olarak harfi harfine gerçekleştirmek zorunda olduğunuz konusunda baskı altında hissetmediğiniz, onu yalnızca gerçekte olduğu şey; yani bir kroki olarak algıladığınız sürece, günlük bir plan veya programa sahip olmak kesinlikle sıkıcı değildir, sizi de sıkıcı biri yapmaz asla!

Ama dediğim gibi, bu benimki melankolik bir nostarji de olabilir pek tabi. İnsan bazı şeylerin değerini ancak kaybettikten sonra anlayabiliyor.

Neticede, ben her sabah yeni bir maceraya uyanıyorum. Kulağa ne hoş geliyor, öyle değil mi? Değil. O gün gelecek haber, emir, rica vs her ne yönde olursa, gün o yönde şekilleniyor. Bazı günler söz konusu bu yön erkenden çizilmiş oluyor, ancak bazı günler o yön henüz çizim aşamasında oluyor ve benim de hazır olarak beklemede olmam isteniyor. Bu gibi günler en kötüleri. Bir şey yapmaya kalksan olmuyor, ne zaman neresinde kesmen gerekeceği belli değil ve ben başladığım işi tamamlamamaktan tiksiniyorum... Boş oturmaksa sanki ömrümü korkunç şımarıkça ziyan ediyormuşum gibi hissettiriyor ve inanılmaz bir vicdan azabı ile beni içimden yakıyor.... O yüzden de, süresi şüpheli “bekleme zamanı”larımı olabildiğince verimli olarak kullanmak amacı ile, normalde görüp hoşuma gidecek, ancak denemek ve / veya becerilerimi geliştirmek amacı ile pratik yapmaya zamanım olamayacak ne kadar çok saçma sapan şey varsa, onları yapmaya vakfediyorum.

Mesela CupCake yapmaya böyle başladım. Genel olarak DIY olayına böyle sardım. Bento’da da uzun zamandır gözüm vardı, kısmet bugüneymiş.  


Öyle sarılmayacak gibi de değil ki! Gerçi ben henüz amatörler liginin bile en diplerindeyim... 


Zamanla zirveye tırmanacağımdan şüphem yok.